
“Erdoğan’ın üçüncü hükümet döneminin tipik özelliği, basında ve siyaset alanında kendisine muhalefet edenlerin sindirilmesidir” dersek gerçeğin önemli bir yanını ifade etmiş oluruz.
Sindirme bir yanıyla basında, şu ya da bu ölçüde hükümetin politikalarına karşı çıkanların tutuklanmasından, hoşlanılmayan gazetecilerin çalıştıkları gazetelerden tasfiye edilmesi ya da sindirilip “kızak” görevlere getirilmesi olarak cereyan etmiştir. Şimdi ise tutuklama ve baskılara, doğrudan gazetelerin kapatılması eklenmiştir. Özgür Gündem’in bir ay süreyle kapatılması sadece Özgür Gündem’in susturulması amaçlı değil, tüm basına yönelik bir gözdağıdır da.
Öte yandan sindirme kendisini siyaset alanında, KCK kapsamında; seçilmiş Kürt belediye başkanları, belediye yöneticileri, parti yöneticileri gibi legal siyaset alanının politikacılarının tutuklanması, CHP’nin bir yandan belediye başkanlarının köşeye sıkıştırılması, öte yandan da içeriden “karıştırılarak” etkisizleştirilmesi olarak ortaya koymaktadır. MHP ise daha seçim sürecinde “kasetlerle” kuşatılıp eli kolu bağlanmıştır.
Erdoğan’ın üçüncü döneminde yönetim tarzı, Meclis’i işletmek, yasalar üstündeki çalışmaları kamuoyunu da katarak oluşturmak yerine Meclis’i sadece ihtiyaç duyduğu ölçüde çalıştırıp, asıl etkinliğini hükümet üstünden sağlama amaçlı bir tarzdır. Meclis’in şekli çalıştırılması; en önemli yasal düzenlemelerin “kararnameler”le ve içeriğinin nasıl oluşturulduğu belirsiz “torba yasalarla” yapılması, fiiliyatta Meclis’in devre dışı bırakılması, dönemin asıl yönelişidir. Bunu da hükümet, AKP’nin Meclis çoğunluğunu kullanarak, kaba kuvvet de dahil her yolla muhalefeti sindirerek, kamuoyunun dikkatini yasaların içeriğinden çok, muhalefetle hükümetin ağız dalaşına çekerek, oldu bittilerle yasalar çıkarmaya yönelerek yapmaktadır.
Meclis gündemine getirilen “4+4+4” diye bilinen eğitim sistemini değiştiren tasarı bu tutumun tipik bir örneği olarak Meclis’teki seyrini sürdürmektedir. Kamu emekçilerine “toplu sözleşme hakkı” tanıyan yasa tasarısı, İş İlişkileri Yasa Tasarısı, “2B Yasa tasarısı” gibi çok önemli yasaların çıkarılmasında da, yine oldubitti yoluyla Meclis’in ve kamuoyunun devre dışı bırakılması yolu izlenecek görünmektedir. Bunu Başbakan Erdoğan’ın, daha içeriğinin ne olacağını vekillerin bile bilmediği bu tasarıları yasalaştırmak için AKP’li vekillere sıkıyönetim ilan etmesinden biliyoruz. AKP’li milletvekillerine, “Tüm gezi vb. işlerinizi iptal edin, Meclis’te olun!” emri gönderen Başbakan Erdoğan, bu önemli yasaların bir hafta içinde çıkarılmasını istemektedir.
Bir ülkede demokrasi ve özgürlüklerin varlığı, halk iradesinin egemen olması, o ülkede bir meclis olması ve yasaların bu meclisten geçiyor olmasıyla doğrudan bağlantılı değildir. Çünkü en faşist düzenlerde bile bir meclis vardır ve yasalar bu meclisten geçer. Bu yüzden de özgürlük ve demokrasinin varlığının ölçütü yasaların hazırlanış aşamasında kamuoyunda serbestçe tartışılması, yasaların içeriğinin oluşturulmasında kamuoyunun etkin bir biçimde yer almasıdır. Başka bir söyleyişle demokrasilerde, emek örgütlerinin, sendikaların ve çeşitli türden kamuoyunda ağırlığı olan örgütlerin önerilerini sunmaları, istekleri doğrultusunda bir yasa çıkması için meclisi baskı altına alacak eylemleri ve etkinlikleri serbestçe yapabilmeleri gerekir. Bu da yasaların yangından mal kaçırır gibi değil, kamuoyunun bu müdahaleleri yapabileceği bir tartışma ortamı ve gerekli zamanı gözeterek çıkarılmasını gerekli kılar.
AKP bütün bu gerçekleri “millet iradesini”, “halk iradesini” Meclis’teki AKP çoğunluğuna hatta çoğunluğu oturtup kaldıran Başbakan’ın iradesine indirgeyerek kendi isteklerini “milletin isteği” olarak göstermektedir. Ve bunu artık Meclis çalışmalarını emir komutaya bağlayarak, buna uymayanları sindirmek için çoğunluk ve hükümet gücünü kullanarak yapmaktadır.
Bu gidişata; yargının da bir zamandan beri hükümetin iradesine bağlandığı gerçeğini eklersek, “Hükümetin aslında bir darbe yaparak Meclis’in yasama ve yargının bağımsız yargı olma gücünü kendinde toplandığını” söyleyebiliriz.
Kısacası Başbakan Erdoğan ve hükümeti, partisinin meclis çoğunluğu ve hükümet gücü olmanın yanı sıra Özel Yetkili Mahkemeleri de kullanarak siyaset alanını belirlemekte; böylece Meclis’teki muhalefet de dahil tüm kendine muhalif güçleri siyaset dışına itecek “burgaçlar” oluşturan bir tarzla hareket ederken sendikalar ve emek örgütlerini de siyaset dışına itmektedir. Böylece hükümet, tüm gücü elinde topladığı bir “rejim” oluşturmaya girişmiştir. Ki onlar buna “yeni statüko” demektedirler.
Onlar adına ne derse desin, ortada hükümetin ancak bir darbe ile elde edilebilecek, bir demokrasi fikriyle asla bağdaşamayacak düzeyde güçleri kendi elinde toplaması durumu vardır. Bu yüzden de yazının başlığı olan “Yürütme darbesi!”(*), yürütmenin yasama ve yargı gücünü ele geçirmesinin ifadesi olarak yerli yerine oturmaktadır.
(*) Coup D’Etat, (hükümet darbesi) kavramı daha bilinen bir kavram gibi görünse de siyasi literatürde “Hükümet Darbesi”den, hükümetlere karşı başka gizli güçlerin (askerlerin ya da bir gizli organizasyonun) darbesi anlaşılır. Belki bu kuralı bozan tek girişim, Hitler’in 1933’teki¸bir NAZİ provokasyonu olan Reichstag (Almanya Meclis binası) yangınını bahane ederek, kendi partisini güçlendirmek için muhalifleri tasfiye etmek amacıyla giriştiği darbedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder